Posted by : Adsız 3 Aralık 2013 Salı

2013 kitap
Son zamanlarda kitap okuyan sayımızda gittikçe artış görüyoruz, bununla birlikte herkes birbirine kitap önerilerinde bulunuyor, daha iyi daha kaliteli okur sayısı artarken, yazarlar da kalitesini arttırarak bol bol kitap çıkartıyor. Bizim de katkımız olsun diyerek "Okunması Gereken 10 Kitap" yazısını yazmıştık. Şimdi ise 2013 yılında hangi kitapları okumalıydınız adlı yazıyla karşınızdayım.


Yukarıda linkini verdiğim yazı çok sık arananlar arasında olunca karar verdim böyle bir yazıyı yayınlamaya, çünkü gördüğüm kadarıyla gerçekten de hızla okuyan bir toplum olma yolunda ilerliyoruz. Umarım listede ki kitapları siz de beğenirsiniz...





1 - Heba - Hasan Ali Toptaş (İletişim Yayınları)

Heba
Arka Kapaktan ;
İnceldiğinde, çeşitli sebeplerle delindiği de olur uykunun. Ne
bileyim, bazen zihnimizdeki sivri uçlu bir hatıra deler onu; bazen
henüz hazmedemediğimiz bir sözün acısı, bazen kolu bacağı
aklımızın dışında kalan bir düşünce yahut bir duygu, bazen de
etrafımızda olup biten, bizim fark edemediğimiz meçhul bir şey deler.

İşte o vakit delinen yerden içerisi görünmez ama dışarısı görünür.
Hakikat oradan gerçekte olduğu gibi görünmez tabii; uykunun sisi yüzünden, kendisinin biraz berisinde yahut gerisinde görünür.

Sise benzemeyen tuhaf bir sisin içindeydi şehir. On dokuzuncu katın hizasında ben gerçeğim diyen bir güvercin kanat çırpıyordu. Binnaz Hanım'ın tombul elleri vardı. Ucu bucağı görünmeyen bir boşluğa düştü Ziya. Hışır hışır öten naylon şeritler. Te ilerde Suriye! Kaldır başını! Huoop! Yüzü çilli bir çocukluk. Efil efil tüten bir pişmanlık.

Hiç işte, hiçbir şey olmadı. Şikâyetçi misin? Değilim Komutanım.

Kolonya, limontuzu ve su. Bakma öyle karanlıkta Mensur. Aynalı
kahve. Güzel Nefise. Kim o uzaktaki adam? Tufana emanet bir dünya.

Her kötülük, bir iyiliğin içine akıyor işte...

Heba, göz gözü görmez insafsızlığın, doğruya benzemeye muvaffak olan yalanın, utanmazlığın, lincin, kıstırılmışlığın romanı.
Edebiyatın kirişlerini çatlatan büyük bir yazardan yalnızlığın, pişmanlığın, askerliğin, heder olmuş bir ömrün romanı. İpek kadar yumuşak ve ipek kadar sağlam.

Sadık okurları için yeni keşifler sunacak, yeni tanışanları sadık
okurlara dönüştürecek bir Hasan Ali Toptaş romanı...

NOT: 10/8

2 - Mel'un - Selim İleri (Everest Yayınları)

Arka Kapaktan;
Mel'un
Tarih sırtımızdaki kambur mu: 
Nerede yanlış yapmıştık?

"Yalnızlığım için içiyordum. İnsansızlıktan donmamak, ölmemek için.

Delirmeme ramak kalıyor, yine içiyordum. İkinci Sayru, 'Evine dön! Evine dön!' diyordu; dinlemiyordum onu." Fakat neden?

"Tam o senelerde, herkesin Rus salatası olarak bildiği, patatesli, kornişonlu, mayonezli salata birdenbire Amerikan salatası oldu."

Hayat mı dekor mu?

"En büyük işkence, Şark nedir, Garp nedir bilmemektir.

İki âlemin ortasında yaşıyorsun ve ikisi arasına sıkışmışsın, haberin yok!" Asırlar mı, cinnet mi?
"Sayru söyle bana: Hangi kardeşini, kardeşimi öldürdüm? Kaç kardeşimi öldürdüm?"
Taht için kan dökenler, vicdanını kaybetmiş bir insanlık mı yarattılar?

Usta'dan bir başyapıt!

NOT: 10/9

3 - Tek Kanatlı Bir Kuş - Yaşar Kemal (Yapı Kredi Yayınları)


Tek Kanatlı Kuş
Arka Kapaktan;
Edebiyatımızın çınarı, büyük usta Yaşar Kemal'in Tek Kanatlı Bir Kuş kitabı, toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkunun destansı bir romanı.

Halkının neden terk ettiği bilinmeyen, gizemli karanlık bir kasaba, bu kasabaya atandığı halde gidemeyen bir posta müdürü, yalnızlığın timsali bir istasyon şefi, "Alamancı" bir genç kadın...Ve bütün fantastikliğine karşın son derece gerçekçi gelen bir dünya... Metafor mu? Alegori mi yoksa?

Şaşırtıcı ve çok katmanlı olay akışı, kişilerinin zenginliği ve derinliği, zaman zaman bir röportaj keskinliği kazanan masalsı diliyle tam bir Yaşar Kemal romanı.

Tek Kanatlı Bir Kuş'da toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkuyu anlatan Yaşar Kemal, kitabın ana teması korku ile ilgili "Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri'de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerilerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim" diyor.

Romanının başkahramanları olan Posta Müdürü Remzi Bey ve karısı Melek Hanım'ın çileli yolculuğundan ve o dönem için şartları çok daha ağır olan postacılık mesleğinden bahseden Yaşar Kemal, "O dönemde Anadolu'da postacıdan daha önemli bir kişi yoktu. Özellikle benim için postacı çok önemliydi. O zaman bana mektuplar geliyordu. Bu mektupları benden önce jandarmalar okuyordu. Bazen makale yazar gazeteye göndermek isterdim. Bu makaleler bazen gider, bazen de gitmezdi" diye ekliyor.


Yaşar Kemal'in 1960'ların sonunda yazdığı ve şimdi yayımlamaya karar verdiği Tek Kanatlı Bir Kuş romanı, okuru 1960'lı yılların Anadolusu'na götüren tarihi bir belge olmanın yanı sıra büyük ustanın edebiyatında önemli bir dönemi de gözler önüne seriyor.

NOT: 10/7

4 - Daha - Hakan Günday (Doğan Kitap)


daha
Arka Kapaktan;
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.

"Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye'dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu'da, ayakkabılı olanı Batı'da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…"

NOT: 10/8

5 - Aile Çay Bahçesi - Yekta Kopan (Can Yayınları)


Aile Çay Bahçesi
Arka Kapaktan; 
Müzeyyen. Annesinin kuzusu. Babaannesinin biriciği. Babasının... Sa-hi ben babamın neyiydim? Bütün bu hikâyenin içinde benim rolüm neydi, diye düşündüm hep. Benim repliklerimi kim yazmıştı, mizansenlerimi kim belirlemişti? Sahneye hangi taraftan gireceğime, uslu kızı oynarken neler giyeceğime, içimdeki kötülüğü kusmaya başladığımda nelerden soyunacağıma kim karar vermişti? Okuduğum bütün kitaplarda beni bana anlatacak bir karakter arardım. Dinlediğim radyo oyunlarından, izlediğim filmlerden bir cümlecik çalmaya çalışırdım. Saatçi Nejat Bey ile ev hanımı Meral Hanım'ın kızı Müzeyyen'i bana anlatabilecek bir cümle.


Yekta Kopan'ın yeni romanı Aile Çay Bahçesi'nin, çoğu kadının kendinden izler bulacağı unutulmaz bir kahramanı var: Müzeyyen... Aile yaşamının gizli şiddetine başkaldıran, kardeşinin doğumuyla kendi varlığının silinmeye başladığını hisseden bir kadın... Kopan'ın romanı, güçlü, okuru kıskaca alan bir anlatımla sarsıcı bir finale uzanıyor.

NOT: 10/8

6 - Tuhaf Bir Erkek - Leyla Erbil (İş Bankası Kültür Yayınları)


Tuhaf Bir Erkek
Arka Kapaktan;
Bütün acılara karşın hayat içimize bir nota bırakır ya
en bitik günümüzde direnme notasını
bir zarfa mı koyar bir deniz çırpıntısıyla mı savurur yüzümüze
neşe üşüşür hayatımıza birden güç aşılar iyi güçtür
başeğdirmeyen umut altın kafesinden
çıkıverir dolaşır tepemizde...

NOT: 10/-









7 - Bir Son Duygusu - Julian Barnes (Ayrıntı Yayınları)


Bir Son Duygusu
Arka Kapaktan;
Julian Barnes'ın son romanı Bir Son Duygusu, yazarın önceki birkaç yapıtında da görüldüğü üzere, Barnes'ın yazarlığının gitgide başat öğesi haline gelmiş olan "anımsama yoluyla hayatı irdeleme" izleğinin çarpıcı bir açılımıyla başlıyor. Hikâyenin ana kahramanı Tony Webster, kırk yıl önce yaşadığı bazı olayları anımsar ve onları zihninde gelişigüzel bir sıraya dizer. Ne var ki, başlangıçta sıradan bir şeymiş gibi görünen bu anımsama edimi, Tony Webster'in kendisine bir günce bırakıldığını öğrenmesiyle birlikte, kahramanın hayatını durmadan sorguladığı ve sonunda kendi kişiliğine ilişkin son derece karamsar sonuçlara varacağı acımasız bir kimlik arayışına dönüşecektir.

Emekli bir tarihçi olan ve şimdi pek etliye sütlüye karışmadan, hayatını tek başına sürdüren Tony Webster, geçmişinde bir kez evlenip boşanmıştır; Susie adında, iyi anlaştığını söylediği yetişkin bir kızı vardır. Günün birinde, bir avukattan aldığı bir e-postayla, kırk yıl önceki kız arkadaşı Veronica Ford'un annesinin ona vasiyetinde bir günce bırakmış olduğunu öğrenir ve çok şaşırır. Güncenin gerçek sahibiyse kırk yıl önce birlikte aynı okula gittiği, birçok yaşantıyı ve fikri paylaştığı ama ne yazık ki sonunda, kız arkadaşı Veronica'yı elinden alıp sonra da beklenmedik bir şekilde "sahneden çekilmiş" olan Adrian Finn'dir. Aralarında geçen olumsuzluklara karşın, zekâsına ve hayatı derinlemesine kavrayışına büyük hayranlık duyduğunu söylediği ve evet, artık "sahnede olmayan" Adrian Finn... Tony Webster, kendisine ait olduğunu ileri sürdüğü bu günceyi, Veronica'nın kendisinden ister ancak Veronica, onun bu isteğini yerine getirmeye yanaşmaz. Birkaç kez buluşurlar ve her buluşmalarında, Veronica'nın keskin sözlerinin yüzünde patladığını hisseder: "Anlamıyorsun işte. Hiçbir zaman anlamadın ve asla da anlamayacaksın!"... Tony Webster'ın bir türlü anlayamadığı şey nedir? Tony'nin hayatla ne alıp veremediği vardır? Yoksa, hikâyesinin sonunda acı bir şekilde düşündüğü gibi, her yerde "kargaşa" mı vardır?
Julian Barnes'a Anglosakson dünyasının Nobel'i sayılan The Man Booker 2011 Ödülü'nü kazandırmış olan ve artık çok iyi tanıdığımız ironi anlayışının damgasını taşıyan Bir Son Duygusu, belleğin sonsuz değişkenliği, geçmişi yeniden inşa etmek denilen o devasa insanî tutku ve her şeyden önce de, hayatın anlamı üzerine "kaleme" alınmış incelikli, sorgulayıcı bir ustalık romanı.

NOT: 10/9

8 - Eve Dönmenin Yolları - Alejandro Zambra (Notos Kitap)


Eve Dönmenin Yolları
Arka Kapaktan;
"Bir keresinde kayboldum. Altı ya da yedi yaşındaydım. Aklım başka yere gitmişti, birden annemle babamı kaybettim. Korktum ama sonra yolumu buldum ve eve onlardan önce vardım ümitsizlik içinde beni arıyorlardı. Ama bence o akşamüstü esas onlar kaybolmuştu. Çünkü ben eve dönmeyi biliyordum ama onlar bilmiyordu."

2010 yılında Granta'nın İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasında gösterdiği Şilili genç yazar Alejandro Zambra, üçüncü romanı Eve Dönmenin Yolları'nda belleğimizdeki lekeleri kazırken geçmiş ve şimdiki zaman arasında bocalayan insana kendine dönüş yolunu gösteriyor.

Eve Dönmenin Yolları'ndaki yazar adayı anlatıcı tek başına yaşıyor, bolca sigara içiyor, kadınlarla birlikte oluyor, romanını yazmaya çalışıyor. Bu sırada da geçmişin izini sürüyor.
Anlatıcıyla birlikte okur da Pinochet diktatörlüğünde yaşanan zor zamanlara, büyük 1985 depreminin acı kayıplarına, çocukluk aşklarına, hayal kırıklıklarına dönüyor.

NOT: 10/-

9 - Çıplak ve Yalnız - Hamdi Koç (Doğan Kitap)

Çıplak ve Yalnız
Arka Kapaktan;
"Küçük ve yalnız" olduğunu sanan bir kahramanın "büyük ve kanlı" bir geçmişe yaptığı yolculuk…

Amcam ölünce ilk bana haber verdiler. İnanmadım. Olmaz öyle şey, dedim. Oldu valla, dediler, amcan öldü. Ya tabii ki ölmüştür, ayrı konu, ama ilk bana haber verdiğinize inanmıyorum, dedim. İnan, dediler, ilk sana haber verdik. Sustum ve benimle konuşan nefesin arkasındaki boşluğu dinledim. Yalan olsa bir hışırtısı, bir kıpırtısı, bir şeysi mutlaka duyulurdu. Doğru söylüyorlardı. Cidden amcam ölmüştü ve ilk bana haber veriyorlardı. Çok duygulandım. Hayatımda ilk kez bir konuda ilk akla gelen isim oluyordum. Peki, dedim, teşekkür ederim. Gururum okşandı. Bunu hiç unutmayacağım. Ayrıca hepimizin başı sağ olsun. Ölenle ölünmez. Allah geride kalanlara sabır filan. Ben müsaadenizle gidip biraz ağlayayım.
İyi geceler.
Telefonu kapattım.

Çıplak ve Yalnız son sayfasına dek elinizden bırakamayacağınız sarsıcı bir roman.

NOT: 10/9

10 - Alper Kamu: Cehennem Çiçeği -Alper Canıgüz (April Yayınları)


Cehennem Çiçeği
Arka Kapaktan;
"Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür."

Dünyanın en küçük dedektifi geri döndü.

Alper Kamu 9 yıl sonra, hâlâ 5 yaşında.

Alper Canıgüz'ün eşsiz kahramanı Alper Kamu'yla birlikte her türlü şiddetin hüküm sürdüğü bir atmosferde, kırık hayatların, küllenmiş aşkların ve daha nice esrarın peşinde kara mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.

Kahramanımız, bu kez bir çocuğun ölümü ve eski bir aşk hikayesinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için uğraşırken, "İnsanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var ki?" diyen bir dedektife yakışacak şekilde, adalet kavramımızı sorguluyor.


Alper Kamu Cehennem Çiçeği; ilk üç romanıyla edebiyatımızda kendine özgü ayrıcalıklı bir yer edinen Alper Canıgüz'den kahkaha ve gözyaşının iç içe geçtiği büyülü bir serüven.

NOT: 10/9
Genel Tanitim 468x60_banner02 Image Banner

Leave a Reply

Subscribe to Posts | Subscribe to Comments

En Kültürlüler

İzleyiciler

Alt Kategoriler

Blog Arşiv

Asla Vazgeçmeyenler

- Güç ve güveni hep dışımda aradım. Ama bunlar, insanın içinden gelir ve hep oradadır.
(Sigmund Freud)

- Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur.
(Marshall Foch)

- Onların peşinden gidebilecek cesaretiniz ve yeterli özgüveniniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir.
(Walt Disney)
Blogger tarafından desteklenmektedir.

- Copyright © Kültür Yaşa -Metrominimalist- Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan -